10 Nisan 2013 Çarşamba

Sosyal Medyaya Paydos


Sosyal medyanın mutfağında son günlerimi geçirirken kafamda biriken pek çok düşünceyi sakince önüme koymak istedim. Birazdan okuyacaklarınız tamamiyle benim düşüncelerim. O yüzden sizin açınızdan haklılığımı savunmayacağım.

Öncelikle sosyal medyanın mutfağını biraz inceleyelim. Bir tasarımcı olarak, sosyal medyanın daha renkli ve daha yaratıcı; belki de inovasyona yakın olduğunu düşünerek bu işe giriştim. Yeni fikirler, entegre uygulamalar, havada uçuşan uçuk fikirler... Emsal teşkil eden tüm global detaylar beni bu düşüncelere itiyordu. Multimedya kullanımı üzerine pek çok örnek taramış ve proje yapmak için can atan bir haldeyken, bu inovatif yaklaşım beni epey içine çekti...

Ben de balıklama atladım...

Öncelikle yeni kelimeler, değişik stratejiler ve farklı bir çalışma ortamı beni epey içine çekti. Yeni yüzler, yeni terimler, yeni sistemler, hepsi de çok çekiciydi, tıpkı jelatini çıkarılmamış elektronik eşyalar gibi.

Hızlı bir giriş yapıp büyük bir yerde en alttan çalışmaya başladım. Hızlı olmasa da olağan bir süreçte ilerleme kaydettim ve büyük bir markayla çalıştım. (İsim vermeyeceğim tabi ki) Görüşmeler, yazışmalar inovativ fikirler derken gerçekten işin içine daha da girmiş, ağzıma bal çalınmışçasına çalışmaya başlamıştım. Paylaşmak istediğim yaratıcı fikirler, uygulamalar ve geleceğe ait teknolojileri uyarlamak gibi pek çok heyecan verici projeleri bu markayla gerçekleştirmek istiyordum. Çünkü asıl mesleğim gereği tasarımın yenilikçi ve geniş kısmını bir şekilde entegre etmek benim çok hoşuma gidecekti. Augmented Reality'den tutalım da, basit geleneksel etkileşime kadar pek çok fikirle doluydum ve bu markaya bu projeler yakışırdı.

Ha, yapamadım, o ayrı... Çünkü fikrim genelde sorulmadı. Özellikle son zamanlarda.

Belki ben yetersizdim belki de sosyal medya için biraz fazla uçuyordum. Bunu bilmiyorum, ama en azından bilsem iyi olurdu diye düşünüyorum.

Marka için büyük önemli deniyordu, ciddiyeti ve maliyeti büyük işlerle, en çok mesai onlara harcanıyordu neredeyse. Ben de bu işi şipşak kapıp yoluma devam etmeye başladım. Her şey sistematik ve dolu bir şekilde ilerliyordu. Öğrendikçe daha da içine giriyordum, girdikçe de hem markamla hem işle daha da iyiye gidiyordum. Ekip arkadaşlarımı da tanıyor, onlarla akit geçirmeye çalışıyordum. İyi işler hep iyi ve sıkı bir ekipten çıkar diye düşünüyorum.

Hala daha inancımı yitirmedim buna tabi ki...

İçine dahil olduğum sistemi çok sevmesem de "bana dokunmayan yılan 1000 yıl yaşayabilirdi". Bunda hiç bir sakınca görmedim bu zamana kadar. Ama işin rengi hiç de öyle değilmiş.

İnsan, ekip arkadaşlarına güvendiği sürece bir yerlere gelmek için cesaret bulur. Kısa bile olsa konudan bahsetmemeyi tercih ediyorum. Çünkü herkes kendi çapında haklı ve kendi çabasını ortaya koyuyor. Karşılıklı anlaşmazlık diyerek konuyu kapatabiliriz bence.

Şimdi bu yazıyı, işimin son günlerindeyken yazıyorum. Artık başka bir yerde tasarımcı olarak yoluma devam edeceğim. Güle Güle Sosyal Medya.


22 Ocak 2013 Salı

Teknolojiden Ödün Verememek

Merhaba.

Yine uzun süredir yazmadığımı farkettim. Bir suçluluk hissetmiyorum, sadece belirtmek istedim.

Elime telefonu almadığım zamanlarda suçluluk hissetmeye başladığımı farkettim. Oyun oynamak, fotoğraf çekmek, saate bakmak için bile telefonu kullanır olmuşum. Sanırım "Alo" demeyeli nice oldu. -Abarttım evet ama hissim bu yönde- Bugün kolumda saat olmasına rağmen telefonun ekranına baktım.



Kabul ediyorum. Bu aslında üzüleceğim bir şey değil. Düşünsenize pek çok ihtiyaç saydığım şeyi tek bir alette toparlıyorlar - ama buna ihtiyacım olduğunu söylüyorlar-. Bundan 10 sene önce, yanımda fotoğraf makinesi yoksa, fotoğraf çekmiyordum. Sıkı bir Myspace kullanıcısı olmama rağmen sadece haftada 1-2 defa açıyordum kontrol etmek için. Msn'i sadece bilgisayar başında kullanıyordum. O da internetin kotasının el verdiğince. Eskiden "bu ay 10 şarkı indireyim, şu sitelere de girmem olur biter" diye bir hesaplama vardı. Sanırım daha çok dışarı çıkıyorduk ve birbirimizin yüzüne bakarak konuşuyorduk.

Eskiden birbirimizi duyup görüyorduk. Şimdi sadece takip ediyor, RT ediyor ya da "Like" ile beğenilerimizi söylüyoruz. Artık "söylemiyoruz" yani. En son hangi doğum günü partisine gittiniz? Peki hangisinden Facebook Events olmadan haberiniz oldu? Düşünceli gördüm sizi.

İnsanlar sokaklarda birbirleriyle buluşup birbirlerine tabletlerinden bir şey gösteriyor, aynı yerde check-in oluyor ya da "bi' saniye, sen konuşmaya devam et, ben maillerime bakacağım" diyor. Çünkü o adam maillerine bakmazsa iş yürümez, müşteri kızar; çünkü zaten müşteriye 7/24 ulaşması için BBM pini dahi verilmiştir. E-mail, whatsapp, telefonlar derken özel hayatınızın makarna süzgecine döndüğünü farkedersiniz. Ama her şey için çok geçtir.

İnsanlar birbirleriyle sürekli iletişim halinde - olmak zorunda! En son kime "seni özledim" diyebildiğinizi bir düşünün. Uzun süredir birini özleyebildiniz mi? Özlediğiniz için en son kiminle görüştünüz?




Facebookta birbirini eklemedi diye küsen insanlar var. Bence eklememek daha iyi. Birbirinizden haberdar olmayın ki arayın. İnsanlar telefonları Facebook ile iletişim sağlamak için kullanmaya başladı. En son TV'de "İşte size Facebook Telefonu" diye bir reklamla karşılaştım. Facebook aracı denebilirdi mesela. Çünkü onu satın alacak kişiler kesinlikle telefon için kullanmayacak, sadece internet paketine yetecek kadar kontör yükleyecek. Facebook Telefonu...

Korkunçtu.

Eskiden e-kolay'ın OGO diye bir zamazingosu vardı. Cepten MSN, e-mail kontrolü sağlayan bir nevi cep bilgisayarıydı kendisi. 2 yıl kullanmıştım ve kullanmayı bıraktığımda gerçekten de bağımlılar gibi elimden bırakmadığımı gördüm. Telefon özelliğini hiç kullanmamıştım. Oyunlarını da hiç açmadım. MSN hesaplarımdan 2 tanesini ve YAHOO hesabımı açıp tüm gün sohbet  ediyordum.

Eskiden 6 tane msn hesabım vardı.

MSN'i olmayana özürlü gibi bakardık. Şimdi onun yerini Facebook, Twitter ve Instagram aldı. Aslında bir şey değişmedi ama daha da zamanımızı çalıyorlar. Buna ihtiyacın var çünkü. "Keep in touch" şeklinde yaşıyoruz. Kaç kişinin baş ucunda priz yok? Telefonunu prize takıp uyuya kalana kadar telefonuyla vakit geçiren insanlarız artık. En olmadı oyun oynuyoruz. Ama bu sırada çok yalnızlaşıyoruz.

Eskiden sinemaya gitmenin zaman kaybı olduğunu söylerdim. Hayır gidin; çünkü sadece sinema, tiyatro vb. yerlerde telefonunuzdan ya da tabletinizden -yapabiliyorsanız şayet- ayrı kalıyorsunuz. Kalabiliyor musunuz?

Evinde ya da elinde Bilgisayar, telefon ya da tablet olmayan var mı? Peki bunların ihtiyaç olmadığını düşünen var mı?

Bu kadar yazıdan sonra "sen teknoloji düşmanısın" tepkisi almak istemiyorum. Tabi ki yararlı olduğu pek çok nokta var. Yarayacak yerde tabi ki kullanılmalı, tabi ki de bir iletişim kanalı olarak kabul edilmeli. Ancak ben buna ihtiyacı olanın kullanmasından yanayım.

Kafanıza göre ihtiyaç uydurmayın!