8 Eylül 2010 Çarşamba

Y.U.H. (yavşak utanmaz haylaz)

Herkes insan olamaz.
Herkes hayvan da olamaz.
Deniz kenarındaydım, kimseler yok, sadece büfe sahipleri ve sahildeki kum taneleri. Büfenin sahibinin oğlu ve yan çalışanı benim tanıdığım insanlar. Lakin orada konuşmalarına ister istemez konuk misafiri oldum. Sahilde iki bayan (annem ve ben) varken, o kadar dengesiz ve küfürlü konuşuyorlardı ki (bu yavşak ve utanmaz kısmı) benim suratım kızardı resmen! Hoş küfür etmeyi beceremeyip yerine geçebilecek kelimeyi seçmektense "homoseksüel" diyen bir zihniyetin sağlıklı düşünmesini asla bekleyemem. Düşünsenize, adamın arkasından bağırıyorsun: "HOMOSEKSÜEL!". Adam geri döner ama sadece o lafı anlamadığından. Burası Selimpaşa yahu.
Bugün zincirlerimi kırıp dondurma yedim. Yanıma 2 yaşında bir çocuk geldi (bu haylaz olan) "aaa benim de donduYmam var" dedi. "Aaa benimkinden daha güzel" dedim ve konuyu kapadım gülümseyerek. Kıvır saçlı esmer minik bir delikanlıydı. Çok da tatlı bir konuşması vardı. Bir ara planlarımın arasına çocuk yapmayı koymayı da düşünüyorum. Umarım erkek evladım olur. Olursa ona böyle bir kız alacağım:



parçalı bülüklü (tepkili reloaded)


Hava da bir güzel bir güzel. Deniz de güzel ama soğuk. Yine de güzel.
İnsanlar da böyle güzel olsa ya.
Biri yalan söyler biri yere tükürür biri orman yakar kimisi beş paraya seni satar. Kötüyüm demek için midir yoksa ben buyum demek için midir bilemedim, insanlar birbirlerine çok kötü davranıyorlar... Hayvanlar bile (ki yeri gelince hayvanlar çok adil ve asildir) böyle olmaz ya olamaz. Hiç bir hayvan aç olmadan saldırmaz, korkmazsa tırmalamaz. Saldırı değil savunma vardır. Yeri geldi mi susmayın, ama susmayıp kimsenin kalbini kırmayın... Olacak iş mi be abiciğim? Bir kedinin de kuyruğunu çekmeyi ver. Bugün de kırma birinin kalbini... İtme, bırak olduğu yerde insanları. Kaç tane madalya taktılar bu hareketlerin yüzünden? Bak, senin yüzünden ne hale geliyor adamlar!
Tövbe Tövbe...

7 Eylül 2010 Salı

tepki (ya da tepikli)


Bu akşam ufak bir kız gelip "abla, dövmen gerçek mi? Saçın neden böyle? neden vıdı vıdı da kem küm" diye beynimi dumura uğrattı...
Sana ne diyemedim. Demedim, sabırla her sorusuna tek tek cevap verdim. Çünkü merak ediyordu. Bu karşı koyulamaz merak ve öğrenme isteği karşısında eğilirim. Ben de böyleyim çünkü... Sorar sorgularım sıkarım. Hayattan bezdiririm. Lise coğrafya hocasına "plüton (şimdiki 134340 cüce gezegenimiz) üstündeki buz neyin buzu ve neden mavi?" gibi sorular sorduğumu hatırlıyorum! (nitrojen ve hidrojen olduğu tahmin edilip bu bakıma mavi olduğu sanılıyor). Bir insan bir konuda kendini uzman hissettiğini bana söylüyorsa vay onun haline arkadaş!
Suç mu soru sormak?
Sormasaydım bugün cinsel manada pek çok soru işaretim olacaktı. Mesleğimi tanımamış olacaktım. Pasta nasıl yapılır bilmeyecektim. Daha bir sürü şey. Korkmayın yahu sormaya, bilginin vahiyle inmesini beklemeyin!
O kızla aynı yaştayken ben birine sorup "sana ne?" tavrı alsaydım, herhalde deliye dönerdim. İnsanların kişiliğinin oturmasında çocukluğu inanılmaz bir öneme sahiptir. Bir insanın kişi olabilmesi için öncelikle kendine, sonra da toplumdaki yerine bakması gerekiyorsa madem, toplum kişiyi "önemsemez" ise, ne olacağını görüyoruz:


5 Eylül 2010 Pazar

swit dırimz


Yağmur ve fırtına konseptli bir güne uyanmak.
Romatizmaya dair bet şeyler söyleyerek uyanmak.
İnsanlar çok garip. Hele ki bir köy içerisinde yağmurlu bir günde pazara gitmek için yanıp tutuşan ben için. Her şeyle karşılaşabilirsin. Civciv satan teyzeler, bamya satan ufaklıklar, tüylü don satan Trakyalı amcalar... Harika. O ahenkli dialoglar, bana uzaylı gibi bakmaları, kilosu 1.5 liradan domates alırken tezgahtarın "abla çok mıncıklama" demesi... Benim yaşadığım hayat bu. Seviyorum da.
Kendimi ufak mutluluklara adıyorum.

Swit dırimz

4 Eylül 2010 Cumartesi

kova


Günümün en güzel parçası, 2. kattan kovayla pis suyu tüpçünün kapısına ve tabelasına doğru döken teyzenin gülümseyerek "hayırlı ramazanlar" dedikten sonra içeri kaçmasıydı. Aferin teyze. Oruç başına vurmuş teyze.
Sıcak havalar kimselere yaramıyor tabi...
Ya sıcak derken aklıma geldi, Bu havaların eylül ayında havalara girmesine ne demeli? Bir sıcak bir soğuk. Denize gir deniz sıcacık, dışarı çıkınca buz tut. İnsanlar da bir havalarda. Geçenlerde güzelim köyde üstsüz güneşlenen kız(cağız)ın başına sonradan neler geldi kim bilir? Hoş alan memnun satan (kız) memnun, satıcı (?!?) memnunken bana da bakıp "sıcaklar iyi ama ramazanda işleri sekteye uğradığından reklama ihtiyaç duydu herhalde" demek düşüyor.
Deniz kenarında kimseler yokken kulağıma kulaklık takıp bağıra bağıra şarkı söylüyorum. Çok matah bir şey değil ama napayım? Benim başıma güneş geçmiş halim bu.
Sıcakta deri minderlere uzanıp güneşlenenleri ayakta alkışlıyorum. Ben bu yarı serin havada "yandım anam!" diyerek zıpladım. hele bir de üstsüz güneşlenen perakende ürün eğer yüzükoyun yatarsa, vay haline!
Minderlerde yatanlar zaten o minderin sıcağından bronzlaşıyor. Derileri eşek derisi kıvamına geliyor, sıcağa reaksiyon gösteriyor. Suratlar ve kalçalar da o devasa dev aynası gözlükleriyle birbirlerine bakıp dedikodu malzemesi üretirken yanıyor. En azından benim teorim bu.
Deniz de çok iyi mahsül verdi bu yıl. Toka, bileklik, yüzük cep telefonu... Balık sezonu açıldığında ben deniz sezonunu kapadım.
Havalar soğuk yaptı, sıcak yaptı derken hop hastalık yine beni yakaladı. Üşütmeler, boğaz sızısı tripleri, sürekli çay içme isteği (limonlu)... Zatürreyi yeni atlattık derken pek bi' lazımlıydı bu. Tamam, bir daha dondurma yok bana bu yıl. Bu da son dondurmam ve süsleyen şahıs Sezer.
Cevizli ballı - Damla sakızlı - Kurabiyeli dondurma üstüne çikolata ve ahududu sosu - kremşanti -çikolata çubuğu ve kalp külah eşliğinde Sezer'in Rüyası! (dondurma çeşitlerini ben seçtim)

3 Eylül 2010 Cuma

yabışıyo



Yazı bitirirken hırkaları omza alıp kıçımıza kotları geçirmenin vakti gelse dahi beni dondurma yeme zevkinden kimse ya da hiç bir hava koşulu alıkoyamaz! Yine öyle bir akşamdı dün. Rüzgar kıyamet! Çıktım dışarı, gidiyorum dondurmacıya, bir de ne göreyim?!
Türk milletinin aklına hayranım arkadaş! Fermuardan küpe, don lastiğinden triger kayışı, damacanadan seks oyuncağı... Yapıp uyduramayacağımız hiç bir şey yok. Sanki dünya üstündeki her minik ya da büyük buluş Türklerin anlam yükleyip yeni şeyler türetmesi için üretilmiş. İyi bir şey bu aslında, ama suyunu çıkaran var mı? O hooo...
Teneke kutu içeceklerin açma halkalarından küpe yapan insanlar, ben dün tenekenin kendisini küpe yaptım, halkasını başka halka küpeye takarak ,güzel oldu. Hoş bence en uçuk ve orjinal fikir, damacana pompasına duşluk takıp kullanan amcalarımızın bizlere sunduğu armağandır. Ey halkım, uyanın! Aklınızı kullanın, 47 numara ayakkabıdan tek kişilik harika bir kano olabiliyor! Bir bu denenmedi.
Ama geçenlerde dondurmacıya giderken gördüğüm daha bir harikaydı. Düşen arka camı Bantla yapıştırmak. Bu benim aklıma hiç gelmezdi herhalde...
Bizzat ben çektim


2 Eylül 2010 Perşembe

titreşim





Bugün görüp de selam vermediğim, aynı yoldan yürümediğim çok insan var. Tamam ben bulunmaz Hint kumaşı değilim, ama onlar da değil. Saç,baş,tavır,davranış,hayatını yaşama şeklin istediği gibi olsun, dışarı çıktığın anda konuşmak için bir konu unsurusun sadece. "Kıza bak! Ne kadar normal!" diyen bir gençlik türedi. Sinirlerim bozuluyor. Geçenlerde, kendini bilmez bir hadsiz yanıma geldi, laf şu: "Sen kendini satanist mi sanıYON?" - Tabi o an bende kayış attı, "ne diYON oğlum sen?" diye çıkıştım. Hayır, bana bu sıfatı veren sizsiniz. Bunun olup olmadığını sorgulamak için bana soran da siz. Benim üstümde de siyah gece elbisesi var hani kısa böyle. "De hadi git seni de kesmeden" dedim. Başka bir yerden de farklı bir tepki, "kızım sen hep siyah giymek zorunda mısın?" - evet bana gökten vahiy geldi hep siyah giy diye, sırf zorunda olduğum için giyiyorum. Yaşıtım olan dingiller gelir, "haha, senin yaşında hiç bir kız böyle giyinmez, bunlar yaş 15'te kaldı" derler, ben bu kadar feminen giyinen 15 yaşında bir kız görmedim daha.
Bunları geçtim, size ne yahu? Ben hiç bir zaman "Teyze bu şalvar demode oldu" demiyorum!
Herkes ayrı bir havalarda.
Yok efendim ben buyum ben şuyum sen busun. Sen ben o biz siz ve daha kimler kimler. Hepimiz aynı yerden çıktık arkadaşım! Böyle bir yerden değil tabi ki...


falımda çıkmış (ya da kısmet)


Yaz da bitti.
Ne denizden bir şey anladım, ne de tatilden aslında. Bir ara zatürre oldum atlattım, zaten haziranın son yarısında ülkeme döndüm, temmuz zatürreydim. Arada, bir konsere gittim (Unirock) ve inanılmaz şekilde boynum tutuldu. Eh, beni siyahlara tek gecede alıştıran Dark Funeral varken, öyle durduğum yerde duramazdım. Hiç fotoğraf çekmedim her anını yaşamak için. Harikaydı. Sadece Cannibal Corpse sahnedeyken sahne önünde "kolbastı" (?!?) yapan gençleri izlemek ve Nevermore faciasını (ilk defa denedim hiç beğenmedim) izlemeye gelen 12 yaşındaki fötr şapkalı jack bebeği çantalı kız haricinde...
bunun dışında monoton ve bir o kadar moron bir yazdı. Deniz kum güneş üçlüsü bana yetiyor. Ama daha iyisini de gördüm! Üzüldüm. Kendimi cevizli ballı dondurmaya verdim, kesmedi.
Yaz sonu bomboş sahilde (biç klap yazıyordu sahildeki kafede) neskafe içen bendeniz sizin için fala bile baktı.
Falımda yazın bittiğini gördüm,üzüldüm.




fiyakalı (ya da terk et buraları)


Yüzmeyi severim. Bunun yanında deniz canlılarıyla bir arada olmaya da bayılırım. Örneğin temiz yosunları selülit-savar olarak bacaklarıma sürerim. Güzel oluyor. Ben babam gibi zıpkınla dalmıyorum, balıkları ortamlarında izliyorum.
Geçenlerde denize daldım, şnorkelle. Ben her daldığımda bir şeyler buluyorum: toka, ayakkabı (converse,çift, erkek ayakkabısı). En son aynı gün içinde 2 adet cep telefonu buldum ( Samsung sgh-c270 ve Nokia 1110 ). Yukarıdaki iyi biliyor, dalarken telefon niyetiyle daldım. 25 dakika daldım, ancak 2 tane deniz kabuğu buldum, tam çıkarken siyah dikdörtgen birşey gözüme çarptı (Samsung bu). a-ha dedim çakmak falan zannedip atladım. Telefon çıktı! Denizden attım kendimi kumlara koştum, anneme "baaaaak ne bulduuuum" diye seslendim kutladık gülüştük. Aradan 20 dakika falan geçmiştir, biri dürtmüş gibi tekrar şnorkelledim denizi. 15-20 dakika takıldım terlik falan buldum (pembe 37 numara, taş bezemeli) tam bezdim çıkıyorum derken mavili bir şeyler gördüm! (Nokia bu). İçim pır pır etti, çakmak falan buldum sandım! Üstünde de kocaman bir yengeç vardı. (aşağıda resmi olan yengeç değil, telefonun üstündeki buydu: Liocarcşnus Vernalis .Ama hoşuma giden bu minik) İki elim kadar. Kovaladım onu, terketti kumulları usul usul. Bir çektim, telefon! Çok mu şanslıyım? Çıktım kumsala, koştum, anneme gösterdim. en az 10 dakika gülüştük! araba niyetiyle dalma planlarım var.

Artık denizde eşyasını ( örneğin mayo ) kaybeden bana gelir oldu.

Ocypode quadrata

1 Eylül 2010 Çarşamba

yakamozu yakmak (ya da çakmak çakmak)

"güneşin her bir parçası ateşböcekleriymiş her gece guneşin giremediği yerlere girerlermiş" demişim ben bundan 3 dakika önce.
Ne güzel demişim.
Hayatımda iki kez yakamoza şahit oldum biri geçen dolunaydı. Şimdi son dördün olduğuna göre demek ki bundan en fazla bir hafta önceymiş. ya da 10 gün. Her ne ise, çok güzeldi... Neondu, çakmaktı, soğuk alevdi. Güneşin ahenkli fotonlarını ayın yüzeyi ile seviştirmesinden yansıyan hoş sedanın serin sularla dolanışı ve buna sardalyaların şahit oluşuydu bu. Ben hariç kimse farketmedi onun güzelliğini, herkes dedikodu yapıyordu! Aleks'e dedim koş kumsala inelim bunu da kimseye söylemeyelim evet bencil olalım! Videyoya çekiyordum bi yandan , bir yandan da arkadaşıma "OHAA HALE BAK OĞLUM BU BÖYLE BÖYLE OLUYOR" diyordum. İzliyordum. o güzelliğie şahit olduğum için gurur duydum. Makyajsız, eklemesiz. Golden Gate köprüsü ya da EIFFEL kulesini görmek bunun yanında gereksizdi. Dünyanın en büyük binasından bu yakamozun keyfini eminim ki alamazdım. Hiç bir uzun tünel bana bu zevki veremezdi yapay ışıklarla. Hiç bir araba beni bu kadar benden uzağa götürüp geri getiremez, hiç bir hızlı tren aklımı bu denli uçuramazdı. Hiçbiri bunun yerini tutamazdı. Buna şahit olan arkadaşım Alekse bunu bneimle paylaştığı için ; sebep olduğu için de Güneş, dolunay, deniz, gündoğusu rüzgarı ve minik sardalyalara binlerce kez teşekkürü bir borç bilirim. Diğerlerinin canı çıksın, hala daha "ABİ DUBAİ'YE GİDELİM" desinler. Sersemler.


re-twit (ya da ayran)


Mobiliteyi sevmememe rağmen bugün cep telefonuma weBuzz yükleyip ne olabileceğine baktım. Kablosuz cukka bir bağlantı bulup girdim google kişilerimi ekledim açtım. Sadece baktım. 10-15 kişi vardı zaten. Kapadım msn listemi yüklemek istedim. 900 kişiyi kaldıramayan program çöktü. Sinirlendim sildim.
Beni kaldıramayan programı telefonumdan kaldırırım!
Doğru düzgün blog bile yazamadım telefondan. Sevmedim de hissini. İşin içinde olmama rağmen biraz soğuk ve cahil bakıyorum galiba bu işlere. deviantArt.com sitesini kullanmaya karşıyım, kendimce çok iyi sebeplerim var. Ebuddy hiç kullanmadım. Myspace kullanıcıydım en sadık olarak. Gidip habbo hotellerde takıldım. örnekleri açarsam, Benim OGOm vardı. hevesim geçti odamda bilmediğim bir çekmecede duruyor. Ya tamam o kadar uzak değilim hayvan gibi kullandım nimetleri. Ama galiba popüler olanları kullanmaktansa uzağa kaçtım. Bir de Mobil hayat oh ne rahat diyorlar. adam tuvaletteyim diye twit yazıyor. Sıçama e mi?
Açıkçası mobil insanların sabrına ve minnacık ekranla o kadar uğraşmalarına hayran kaldım. Hele ki sıçarken. Ben tükeniyorum dokunmatik ekran ile kendimi ifade etmeye. Diz üstü bilgisayarlara da alışamamıştım çünkü takır takır klavyelere alışmış bir insan olarak çok zorlanmıştım!
benden daha çabuk laptoplara adapte olan hayvanceğiz: