7 Kasım 2012 Çarşamba

Bilgi Toplumundan İletişim Toplumuna Geçiş Sürecindeki Sancılar

Merhaba.

Öncelikle 2 ayda 1 yazdığım için özürlerimi sunarım. Ancak yoğunluk ve başka yerlere yazı yetiştirmekten ötürü buraya kafayı toparlayıp yoğunlaşamıyorum. Geçenlerde çok fazla rahatsızlık duyduğum bir konu oldu, bunun hakkında yazmaya karar verdim. Evet, genelde spontane kararlarla yazılarımı hazırlıyorum. Yazı yazmaya zorunlu hissetmeyip, "estikçe" yazıyorum. Neyse.

Bilgi toplumundan iletişim toplumuna geçtik diye iddialı bir cümleyle giriş yapıyorum. Öncelikle şunu belirteyim, reklamcılık ve iletişimle alakalı bir uzmanlığım yok. Ben "İnteraksiyon" tasarımcısıyım. Yani iletişimin sözlü ve yazılı olandan çok daha ilerisine giden veletlerdenim. Bu sebeple sözlü ve yazılı iletişimin sadece dahil olduğum kısmından ve kişisel rahatsızlıklarımdan bahsedeceğim.

Bilgi toplumu diyerek neyi kastettiğimden başlayalım öncelikle. Şu görseli hemen Türkçeleştirelim: "Ebeveynlerinize saygı gösterin, onlar liseyi Google ya da Wikipedia olmadan okudu"

Aslında kastettiğim şeyin yoğunlaştırılmış hali bu görsel ve yazıda mevcut. Eskiden insanlar bilmek isterdi. Ansiklopedilerin üzerinde uyuyakalıp kütüphanelerden saatlerce çıkmazlardı. İnsanların evlerinde okuma odası, çalışma odası, kütüphane bölümleri vardı. Gazeteler bile kuponla ansiklopedi verirdi, mecmua serisi ciltletme diye bir kavram vardı. İnsanlar arkadaşlarına da ailelerine de özel hayatlarına da zaman ayırabiliyorlar; bununla beraber sürekli yeni bir şeyler öğreniyorlardı. İnsanlar eğitimleriyle hava atıyordu! "Bizim oğlan İngiltere'de eğitim aldı, yükseğini Fransa'da tamamladı, doktorasını Marsta yapacak!" Biz böyle bir jenerasyonun son evlatları olarak kalacağız sanıyorum. Ansiklopedide araştırma yaparken, Elma ağacının özelliklerinin yanı sıra, Elbise tarihi ya da El yazısı ne demek onlar da gözümüze ilişirdi, hemen okurduk çünkü.

İnsanoğlu hep bir haberdar olma çabası içine girdi, topluluklar ayrı ayrı yaşadığından beri. Önce konuştu, sonra çizdi, yazdı, dumanla iletişim kurdu, mektup yolladı, taş attı, baş tuttu derken teknolojinin yardımıyla telefon telsiz ve benzeri gelişimler hayatımıza girmeye başladı (tabi bu tek soluklu cümle aslında yüzlerce yılı kapsıyor). İletişim halinde olmak hoşumuza gitmiş olacak ki devamında "daha nasıl iletişim içinde olabiliriz?" diye kafa yorup sürekli bir yenilik peşinde koşmuşuz. Ancak telefona kadar hiç biri eş zamanlı iletişim aracı değildi, telefon da sabitti.

Sonra bir devrim oldu. İnternet devrimi. İlk önce belirli seviyede insanları bir araya getirdi... Getirdi... Getirdi... www (world wide web) artık hayatımıza o denli dahil oldu ki, ne olduğunu sorgulamayı geçtim, insanlar ve şirketler "aa senin web siten yok mu?" demeye başladı.Yoldan çevirin iki tanesini, en az biri ne demek olduğunu bilmiyor. İnternetin bir bilgi deryası olduğunu ve her bilgiyi oradan elde edeceğini düşündüğü için, ne anlama geldiğini bilmesine artık gerek yoktu. Zamanla daha da güzel bir şeyi farketti insanlar: Filtrelenmiş bilgi. Adam "1950 sonrası moda" araması yapacağına "1952 moda dergileri" diye arama yapabiliyor ve bu bilgiye ulaşıyordu. İnsanlar bu geniş deryada bilgilerini veya "salladıklarını" insanlarla paylaşmaya paylaştılar. Hoşlarına da gitti. Çünkü zaten internetin asıl görevi, insanları bir araya getirmekti, doğru bilgiyi vermekten ziyade.

Yani insanlar IP ve DNSleri ile sadece birbirlerine bağlılar. İnternet denilen şey bu iletişimden ibaret (Tabi ki pek çok detayı var).

Sonra insanlar posta faks ve telefondan daha hızlı ve daha az yer kaplayan bir teknolojiye alıştı, e-mail!

Yavaş yavaş telefon konuşmalarının yerini aldı bu teknoloji. Daha kesindi, çünkü her şey yazılıyordu. İnternet veya server hatası olmadığı sürece ne veri kaybı vardı ne de bir söyleneni kanıtlama çabası. Herkesin masasında bir faks makinesi duracağına, herkes kişisel bilgisayarından bu işlemi rahatlıkla hallediyordu. Herkes @ işaretini benimsemişti.

Derken insanlara bu da yetmedi, çünkü toplu mail ya da ikili ilişkilerinin dışına çıkmak istiyorlardı, internette sosyal olma ihtiyacı doğmak üzereydi. Tabi bu ihtiyacı önceden sezebilen akıllı insanlar oturdu düşündü taşındı ve bu şekilde sohbet siteleri kurmaya başladı. ICQ, mirc, MSN derken hop... sosyal medya denilen kavram ortaya atıldı. Ben bu işe MySpace ile başlamıştım, öncesine pek yetişemedim. En çok onu ve MSN'i kullandım sanırım. Bu arada MSN'in sonlanmasına çok üzüldüm (haber burada). MySpace bize "topluluğa ulaşma" şansı tanıdı. Bu herkesin hoşuna gitti, çünkü insanlar sesini duyurdu ve bu harika bir şeydi. Başkalarıyla tartışmalara giriyor, fikirlerini beyan ediyordu. Yine de çok fazla kullanıcıya ulaştığı söylenemez.

Sonra bir sosyal medya dalgası patladı. Sosyal medya denilen canavar, Facebook, Twitter, Blog, Tumblr, FriendFeed gibi pek çok sosyal medya sitesi gözümüze sokuldu. İnsanlar ilk önce biraz çekimser davrandı. İnternet ve e-mail onlara yetiyorken, yeni bir platform onlara sunuluyordu. Buralarda hesap açan kişiler kendi aralarında dialoglar, jargonlar üretmeye başlayınca, insanlar kendilerini onlara dahil etmek istediler. Hak veriyorum. Ben bir direnendim, ta ki 2009 yılında bir hocamın "Sen bu mecra içindesin, bir Facebook açmalısın" demesiyle bu işe bulaştım. 

Sonra ne olduysa, insanlar kitapları bırakıp klavye başına geçti. 

İnsanlar zaten telefonla ve e-mail ile bir samimiyetsizlik içine düşmüştü. Ancak bu, samimiyetin sonlanmasına yardımcı oldu. Artık kimse birbirinin yüzüne bakmaya gerek duymuyordu. Buluşmalar dahi sanal ortamda olabiliyordu çünkü. İnsanlar aramıyor, mesaj atıyordu. "Nasıl olsa internette görüştüm, normalde görüşmeme gerek yok" düşüncesi arttı. Zamanla internet başında geçirilen süre arttı. Çünkü insanlar haftada bir yüz yüze görüşmeyi tercih ederken, her akşam e-maillerini ve sosyal medya hesaplarını kontol etmeye başladı. Sosyal olup olmamasını buna bağlayan insanlar çoğaldı; çünkü orada daha çok "var"lardı.

Bitti mi? Bitmedi!

Bu sanal dünyada sosyal medyayı ve kullanıcıları daha da bağlayabildikten sonra, bunu mobil hale getirdiler. Son istatistiklere göre, ergen bir birey, günde 6 saat sosyal medyada bulunuyormuş, (değişken olarak 2 ila 4 saati mobil)

Dur bir dakika, biz "bilgi" toplumundan bahsediyorduk, ancak bu yazıda uzun süredir bilgiden bahsedilmedi?


İşte tam burada toparlayabileceğim sanırım. Yeni jenerasyon  (x, y, z diye adlandırırsak, x: abilerimiz ablalarımız dayılarımız, y: bizler, ergen yaşını geçmiş insanlar , z: gelecekteki "potansiyel müşteriler") doğar doğmaz multi-touch ve sosyal medya içine doğup, bunu normal karşılıyorlar. Geçenlerde orta okula devam eden kuzenime sordum, hiç ansiklopedi karıştırdın mı? diye. Hayır, ansiklopediler nerede olur ki? Wikipedia'dan mı bahsediyorsun? dedi bana. 


Hele bir çocuğun "Benim Facebook'ta 3000 arkadaşım var!" demesi kadar acı bir şey yoktur. Başka bir akrabam da telefonda konuşamaz mesela, normalde şakır şakır konuşabiliyor ama, bir sıkıntı yok yani. Ancak telefonda "ııııııııııııı" dan ileriye gidemedik kendisiyle. Ama sosyal mecralarda ağzına geleni (aklına geleni daha doğrusu) çok iyi sunabiliyor.

Değil kitap okumayı, sayfa çevirmeyi bilmeyen bir jenerasyondan bahsediyoruz.



Sonlandıracak olursak, Bilgi toplumundan iletişim toplumuna geçmemiz aslında teknolojinin gelişimine göre normal bir hızda seyir aldı, ancak antropolojik açıdan fazla hızlı gerçekleşti. İnsanlar bununla da kalmayıp dahasını istemeye devam ediyor. İnsanlar iletişim kurmak istiyor! Ancak konuşurken iki lafı bir araya getiremeyen klavye delikanlıları olduğu sürece bu şekilde bir gelişimin devam edeceği ön görülebilir bir kehanet.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder